Etrafıma bakıyorum. Ne kadar kafası çalışmayan insan varsa izleyebiliyor. Evet, izlemek kolay bir iş. Yedinci sanatın değerini elbette sorgulayacak değilim, aksine çok severim. Ama bir insanı diğerlerinden ayıran şey okumaktır nezdimde. Bunu dün babaannem şiddetle dizinin içine dalarken farkettim. Kadın diziyi izlemedi, adeta yaşadı, kendinden geçti. İzlemek biraz zevke hitap ediyor sanki. Görüntüyle sesin buluşması, insanları sahip olduğu izbe hayattan çıkarıyor, daha güzel yerlere götürüyor. İki saatliğine "o kadın", "o adam" oluyoruz. Aslında okumanın da buna benzer tarafları var. Roman falan okuyorsanız, görüntü yönetmeni beyninizdir. Her roman, her beyinde başka yönetmenlerce çekilir. Galiba fark bu: Yaratıcılık! Okumak, düşünmeye ve daha çok yaratmaya sevkediyor. İzlemekte ise bir kabulleniş var, başkalarının yarattığı dünyayı bir kabulleniş. Zaten o yüzden kitaptan uyarlanan filmler genelde beklentileri karşılayamaz ya. Kendi yarattığımız dünya algısından daha kötü gelirler bize.
Çok dağıttım. Diyordum ki, işte o yüzden okuyan insan diğerlerinden bir farklılığa sahip oluyor. Bu kadar az okunduğu için bize dayatılan her görüntüyü, her imajı, her reklamı benimseyip ona ulaşmaya çalışıyoruz. O yüzden çürüyoruz. (Çok klişe şeyler söylemiş olabilirim. Ama marjinal olmak gibi bir iddiam yoktu. Zaten kasıtlı olunan marjinallik de itici değil mi?) O yüzden ben, her geçen gün daha yalnızlaşıyorum. Ama neyse ki, kediler asosyal. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder